KURTULUŞ VAKTİ
Şimdi Saadet!  
  ANA SAYFA
  SAADET PARTİSİ GENEL BAŞKANI PROF. DR.NUMAN KURTULMUŞ
  BASINDA SAADET
  SAADET MÜZİKLERİ
  FOTOĞRAF GALERİSİ
  VİDEOLAR
  YAZILAR
  DUYURULAR-ETKİNLİKLER
  TARİHTE BUGÜN
  HAKKIMIZDA
  İLETİŞİM
Fırtınanın Ortasındaki Fanus: Numan Kurtulmuş
 
08.02.2009
 

Bu başlığın altına Niyazi Mısrî’den;

Fırtınanın önüne ateş yakmışsın,

Selin önüne çöpten ev yapmışsın,

Ateş düşerken fidan dikmişsin ,

Ne kadar dayanır…

Yollu bir kaside yazmayacağım. Zira, bir fanus gördüm, içindeki ateş ipil ipil yanarken, kıyametler kopuyordu yanı başında da; o ateş sönmüyordu!

Daveti aldığımda gecenin bir vaktiydi. Vardım ; davete icabet ettim.

Bir parti lideri, bir baba,  gülümsemeyi bilen bir adam,  bir profesör, sesini yükseltmeden de anlatacağını anlatan bir hatip; sanki uzun zamandır tanıdığınız bir dostmuş gibi bakan gözler vardı ev sahibinin üzerinde. Üzerinde ağır bir sorumluluk -ki kendisi “medeniyet sorumluluğu” diyordu buna-  olmasına rağmen eğilmeden duran bir adam karşıladı bizleri.

Kürsünden gelen duru bir ses vardı.

Sese kulak verdim; kendini dinleten, elinizdeki işi bıraktıran bir ahenk vardı seste. Yüzüne baktım. Bir siyasî  parti başkanı olarak tanıyordum o’nu. Nedense üzüldüm o duru sesin sahibindeki savunmasız ve samimi  hâli görünce.  Hayır, güç yahut iktidar değildi üzüldüğüm. Bu ülkede çok kurulmuş bir sofra vardı:Kurtlar Sofrası. Ve adam kurtlar sofrasına doğru yürüyordu. Sofradakilere diyecek sözü, belki de onların elindekini alıp açlara vermek gibi bir niyeti vardı.

 Bir fanus içerisinde yanan bir çıra gördüm. Ve çalkantılı denizin ortasında duruyordu. Sonra o fanus alınıyor bir rüzgârın önüne konuyordu.  Arkadaşlara: Etten duvar örmeli böyle bir samimiyeti korumak için. Bu sesin sahibi çok iyi niyetli, çok net cümleleri var. Kaygan zeminde sağlam duran insana arka çıkmak lazım, dedim. Kelimeleri oraya buraya çekilemeyecek kadar net ve de temizdi. Hamaset yahut, biz varya biz; şuradan şuraya kadar yönetenleriz!  tarzı bir virüs yoktu sözlerinde de gözlerinde de. Ama, kendinden emin bir  karşı duruş vardı “insana karşı olan” sistem ve oyunlara karşı.

Latinlerin bir sözü vardır: Ağır ağır acele et! Bu sözün kanlı canlı halini  misafir olduğum mekânda gördüm. Edebiyat camiasına uzak kalan ülkem siyasilerine inat, edebi şahsiyetleri ciddiye alan duru sesli adam, ağır ağır acele ediyordu. Zira, iki yüz yıllık bir siyasi mirastan bahsederken niceleri acele etmek gerektiğinin, gün bugün; savaşalım!  demenin ve konuşmacı olmanın dile vuran şehveti ve coşkusuyla konuşurlarken; o, geçmişinden ders alan ve hesaplaşmasını bilen insanların dinginliğindeydi.

Medeniyet eksenli konuşmasında ve misafirlerin sorularına verdiği cevaplardaki somut, gerçekçi, yüksekten uçmayan, sözü döndürüp dolaştırmayan, geçiştirme yapmadan sakınan üslûpla sanırım daha çok gönül kazanacak. Dilini kalbinin üzerine koyup konuşmak, diye bir tabir vardır. O, dilini aklının ve kalbinin üzerine koyup konuştu. Siyasilerin o sıkıcı, ikna etmek için kırk dereden elli su getiren  telaşı yoktu cümlelerinde.

Bir fakirin - ki kanaatkâr olarak tercüme edelim-, bir garibin -ki Gariplerin Kitabı cihetinde anlamak lazım-, şehri yitirmiş ama umudunu yitirmemiş komutanın aksanı vardı anlatımında. Rahmetli Cahit Zarifoğlu’nun anlattığı bir hikaye vardır: Bir Sezar savaşa gider. Savaş sırasında Roma’da isyan çıkar ve isyancılar iktidarı ele geçirirler, senatoyu feshederler. Bunun üzerine savaş kesilir, anlaşma yapılır ve Sezar ordusunu ardına alıp Roma’ya  doğru dört nala koşturur atını. Öyle ki dur durak bilmez Sezar. Askerler yorgun, atlar yorgun, bir tek Sezar yorulmaz… Ve Roma’ya yaklaştıklarında, bir tepenin ardında “zınk” diye duruverir Sezar’ın atı. Komutanlar Sezar’ın yanına gelip, neden durduklarını sorarlar. Sezar’ın sözü manidardır: Şu tepenin ardında ya Roma yoksa?!

Hikaye ile duru sesli, kanaatkâr, alçakgönüllü, mütebessim adamın ilişkisi nedir mi diyorsunuz? İnanın bunun cevabını tepeyi aştığımızda göreceğiz!

 

Dipten Gelen Not: Numan Bey konuşurken epey soru hazırlamıştım. Lakin salondaki arkadaşların soruları belli bir minval üzre olunca benim sorularım çok fantastik kaçar diye sustum. Buraya bırakayım da içime dert olmasın:

-Siyasetin başrollerde olmadığı bir günün geçmediği güzelim ülkemde, siz, başbakan olduğunuzda Olof Palme gibi bisiklete binip parka gidecek misiniz? Öyle bir gün olabilir mi?

-Kudüs’e girerken,  kölesi bineğinin üzerinde, Hz Ömer ise yürüyerek kente girmişti. Siz bu sahne karşısında ne düşünüyorsunuz(reel politika filan düşünmeden)?

- Zapatistaların lideri ikinci komutan Marcos fantastik öyküler anlatıyor. Edebiyatta da bir lider durumunda. Bir Türk lider olarak bu hâlin mümkünlüğüne inanıyor musunuz?

-Burma diktasına karşı –her ne kadar Batı yanlısı da olsa- özgürlükçü bayan lider  Aung San Suu Kyi yağmur altında tek başına arabasının kontağını kapatıp günlerce sınırda beklemiş ve protesto yapmıştı. Bir insan nelere kadirdir, bu olayı da dikkate alarak cevaplar mısınız?

-Hamas ve Hizbullah sadece birer siyasi parti oldukları halde Kuzey Kore, Suriye, İran kadar tepki çekiyor İsrail-ADB ve global yönetim tarafından. Sizin partiniz her ne kadar oyları düşük görünse de, dinamik bir tabana sahip ve modern dünyanın efendilerince yaftalı ve uğraşılacak bir parti. Bu durumda gücünüz nedir? (Parti olarak) Global dünyaya karşı enstürmanlarınız, donanımınız ve sıkı bir cevabınız var mı?

-Marksist estetikle İslami edebiyat yapmak … belki eleştirilebilir. Lakin 92 seçimlerinde Refah Partisi’nin seçim çalışmalarındaki afişlerde “emek” üzerine bir çalışma yapılması partiye epey puan kazandırdı. Müslüman siyasetçiler “emek-kürt meselesi- herkese eşit haklar” konusunda derslerine iyi çalışıyorlar mı? Emek dilini kullanmak sizin medeniyet siyasetinizde nasıl bir alan bulacak?

-Cezayir Kurtuluş Savaşı sırasında Ernesto Che Guavera’nın Bin Bella’ya, Cezayir halkına yardıma gelmesi… böyle bir dünya mümkün mü? Bir siyasi lider olarak, örneğin, Halid Meşal ya da Aung San Suu Kyi’nin yanında durup aynı azarı işitebilir misiniz?

-Chomsky’di sanırım: Muktedirlerin diliyle konuşmak’tan bahseder. Sizin naif, duru diliniz muktedirlerin karşısında sivil itaatsizleri çağrıştırıyor. Siyasette sivil itaatsiz bir yol izlemeyi, Türkiye’ye has uzlaşmacı –ki uzlaşmadan hiçbir şey anlamadım bu coğrafyada- bir politika izlemeyi mi tercih edersiniz; yoksa başka bir dil, başka bir siyasi düstûr anlayışınız mı var?

-İktidar dünyevileşti, Müslümanlar dünyevîleşti, modernizm kimliklerden çok ihtiyaç ve isteklere göre “vatandaşlar” şekillendirdi, denilmekte. Medeniyet ufkuyla başladığınız siyasi söyleminizde bu durum bir engel teşkil etmeyecek mi? Yani, dünya nimetlerine alışan insanlara, hukukun dahi özelleşmek üzere olduğu bir ülkede bir vaadinizi mi, bir rüyanızı  mı(Martın Luther Kıng’i hatırlayarak),  bir somut hakikati mi sunuyorsunuz?

Son not: İyi ki toplantı sırasında bu soruları sormamışım. Zira, kendi adıma siyasi yazılar yazmanın ; siyasi sorulara cevap üretmekten kolay olduğunu gördüm ve dedim ya, avucunda bir ışıkla gelen adamın cesaretine, hele ki badirelerle dolu bir bahçede, hayran oldum. İnşallah niyetler güzel nihayetlere erer.

 

Şimdi Saadet!  
   
GÜNDEM  
   
Hava Durumu  
   
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol